Yusuf Ceyhan
5 min readJun 9, 2020

Anlamak ya da Yeniden Anlamlandırmak

Korona Günlükleri-II

Cahil Bir Düşünür — Neden Felsefesi Bölümü|NFB

10 Haziran 2020 , 22.58

Eğer hala fırsatım olsaydı hayatımda neyi değiştirirdim diye soru soruyorum kendi kendime, belki de fırsatım vardı ama sadece soru sormakla yetiniyordum, hani bazen canın her şeyi yapmak ister ama içinden gelmez ya, işte durum bu. Her şeyi yapmak isteyen ama aslında hiçbir şeyi yapamayan biri olmuştum. Beni bu duruma sürükleyen şey neydi peki?

Aslında her şey bir gecede oluvermişti, hayat bir anda bambaşka bir evreye girmişti. Zaman makinası ile geleceğe yolculuk gibi mi? Gelecek macera dolu yani hep bize öyle derler ama şu an ki durum öyle değil hayır, hayır.. daha farklı, daha acımasız, daha anlamsız, daha belirsiz bir döneme girmiştik.

O günü hala hatırlıyorum, peş peşe telefonlar geliyor, çabuk bilet al, hazırlan ve eve gel! Ama MASKE ve eldiven almayı sakın unutma! Annem de babam da sürekli tekrarlıyorlardı. Okulların tatil edilmesinden bir gün sonra Ankara’nın sokaklarında “maske” aramaya çıkmıştım, girdiğim her eczanede ne soracaklarımı bildikleri için henüz kapıdan içeri girmeden “ maske mi arıyorsun? Yok..” diyorlardı. Ve nihayet günün sonunda bulmuştum. Gün boyunca o kadar yorulmuştum ki düşünmeyi bile unutmuştum mesela şunu düşünmeliydim “ yüzlerce insanın arasından geçtim, onlarca insana temas ettim, bir sürü insanla tokalaşmıştım ama bana neden virüs bulaşmamıştı? Maske ve eldiven takmanın anlamı virüsten korunmak değil miydi yoksa? Eğer öyle değilse, haber kanalları ve reklamlar, neden maskesiz dolaşmanın tehlikeli olduğunu duyurmuştu? Soru işaretleri o kadar fazlaydı ki soru sormanın anlamsızlaştığını fark ediyordum zira virüs öldürücüydü ve ölüm korkusu her şeyin önüne geçiyordu. Ölmek istemez kimse öyle değil mi? O halde sessizce oturup bekleyecektik, belirsiz ve bir o kadar anlamsız süreci.

Daha önce anlamını bildiğim bazı kavramlar anlamını kaybetmişti ve yeni anlamlar kazanmıştı. Mesela, Maske ve Kolonya gibi. Daha önce sokakta maske ile gezen hastalardan hep uzak dururdum ama şu an maske olmadan dışarı çıkamıyorum ve maskesiz insanlardan uzak duruyordum. Demek ki maskeyi hastalar değil hastalığı kapmamak için kullanıyordu insanlar. Bir diğeri kolonya, evimize kalabalık halinde misafir geldiğinde ellerine döktüğüm kolonyayı, şu sıralar odanın bir köşesinde yalnız başına oturmuş babamın eline sıkıyordum üstelik sık sık. Diğer taraftan annem kapıların kollarını kolonya ile temizliyordu. Kolonya bir hijyenik malzemesi miydi ? Bilmiyordum…

Dünya genelinde korona virüsünden ölenlerin bilançosu ağırlaşıyordu öyle ki rakamlar korkutucu boyuta ulaşmıştı. Virüsün Türkiye’ye yayıldığı ilk günlerde; pozitif vaka ve ölenlerin sayısını takip etmek üzere her akşam ailem ile birlikte akşam haberlerinden sonra sağlık bakanının ekranların başına geçmesini bekliyorduk, bakan konuşmaya başlardı; tedbirleri sıralardı ve verileri en sonda açıklardı. Konuşma uzadıkça bakanın yüzünün terlediğini ailemin ise yüzündeki sararmayı görebiliyordum. Annem ve babam sürekli dudaklarını kıpırdayıp bir şeyler okuyorlardı, sanırım dua ediyorlardı. Annemin durumu beni şaşırtmıştı eskiden olsa bir şehit haberi için gözyaşları sel olup akarken şimdi yüzlerce insanın ölümüne sadece dua edebiliyordu, ağlamıyordu. Galiba bu da korona virüsü sonrası şekillenecek olan hayatın belirtileriydi, belki de insanlar gittikçe duygusuz olacaktı diye içimden söyleniyordum.

Günler geçtikçe çevremdeki insanları gözlemlemeye çalışıyor, etrafımda olan biteni anlamaya çalışıyordum. Korona virüsüyle hiç hazır olmadığımız yeni bir döneme girdiğimizi ama bu döneme ne zaman alışacağımızı düşünüyordum, hayat artık korona öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılmıştı tıpkı bir anda kış mevsimine yakalanan köyler gibi. Her şey bir anda soğumuştu, mesela insanı insandan soğutmuştu. Duygular soğumuştu, sevgi üşümüştü, bu sefer karların kalınlığından değil insanların kabalığından korkmuştuk, fakir insanların ekmek bulamamasından korkmuştuk.

Bir keresinde kardeşimin kolu incinmişti ve mahallede yıllarca meşhur kırıkçı olarak bilinen Ramazan Dayı’ya gitmiştik. Direk oturup mevzuya girmiştim ama yaptığım şey vicdanımı sızlatıyordu zira geleneklerimizde yaşlı bir insanın eli öpülmeden oturulmazdı ama dayıdan bakışlarımı gizlemeye çalışıyordum, yüzüne bakamıyordum utanıyordum. Yolda hep bunu düşündüm, çok mu ayıp etmiştim, ama kendimi haklı çıkarmak için haberlerin “ sosyal mesafeyi koruma” kuralının arkasına sığınıyordum, yine de dönüp özür dilesem ne değişecekti ki kardeşimin kolu incinmişti ama adamın yüreği incinmişti. İşte duygular bu yüzden soğumuş, sevgi üşümüştü, saygı anlamsızlaştı. Ölüm korkusuyla balkonlarda son kez dünyayı seyreden yaşlı amcalar görüyordum, hayatı boyunca kalabalıklar arasında ömrünü geçiren ve gençlere öğütler veren yaşlı insanlar bir anda yalnızlığa terk edilmişti ve gençlerin saygınlığı bir anda yok olmuştu. Galiba yeni dönemin ilk aşamalarına giriyorduk, kış mevsimi hiç bu kadar çetin geçmemişti.

Birkaç gün sonra hayatım boyunca hep mücadele ettiğim cehaletin bir örneğiyle karşılaşacaktım. Şehirde ilmiyle ün salmış imamlardan biri gördüğü bir rüyada “Hz. Muhammed’i rüyasında gördüğü ve Korona virüsü için Müslüman âlemine şifa gönderdiğini söylüyordu ve Kur’an ı Kerim’in Bakara suresinin arasında peygambere ait gözünden bir kirpik bulunduğunu bu kirpiği suda kaynatıp içenlerin hastalığı ömür boyu atlatacağını söylüyordu” o rüyadan sonra günlerce insanlar Kur’an’ın arasında kirpik aradı ve kimse bulamadı. Bir diğer imam da yine bir gece rüyasında peygamberi gördüğünü söylemişti “ her kim ki bir bardak sumak suyu içerse o kişi ömür boyunca Allah’ın izniyle korona virüsünden uzaklaşacak” diyordu. İmamların dayattığı bu çağ dışı bilgilerin işe yaramayacağını bilmiyor muydu insanlar? Peki, neden herkes çareyi imamların dediklerinde bulmuştu? Ama denize düştüyseniz bir kere yılana dahi sarılırdınız öyle değil mi? . Dünya’nın dört bir tarafında Korona virüsünün ortadan kalkması için bilimsel araştırmalar yürütülürken, benim ülkemde cami minarelerinde insanlar dua etmeye davet ediliyordu. Sanırım en çok bana dokunan unsur bu olmuştur. Çünkü bu yalnızca bir salgın ya da virüs değildi. Kanaatimce bu bir biyolojik savaştı, bir dünya savaşıydı ve güçlü olan, bilimsel anlamda aşı bulan devletler diğer ülkelere pazarlayacaktı. Cehalete karşı olan mücadelem işte bu yüzdendir.

Medeniyetler tarihine baktığımızda virüsler ya da mikroplar insanların ölüm nedenlerinin başında geldiği için tarihi biçimlendirmede önemli rol oynamıştır. Dünya, iki büyük savaşı geride bıraktı, milyonlarca insanın ölümüne neden olan şeyin savaşlar değil, savaş esnasında hayvanların taşıdığı mikroplardır. Tarih boyunca mikropları kontrol altına alabilen toplumlar diğerlerine üstün gelmiştir ve medeniyetlerin gerilemesinde ya da gelişmesinde katkısı olmuştur zira savaşın galibi çoğunlukla silahlara sahip olan toplumlar değil bazen en berbat mikropları düşmanına bulaştıranlardı. Hatta derler ki, Kolomb’un Amerikayı keşfi sırasında İspanyolların Amerika’ya taşıdıkları mikroplar yüzünden milyonlarca yerli hayatını kaybetmişti ve kalanlar İspanyollara teslim olmuştu. Pasifik Demir yollarının inşası sırasında raylar döşenirken beyazların, beyaz olmayanlara bulaştırdıkları “tüberküloz” mikropları yüzünden binlerce insan öldü. Bir başka örnek de Faeroe Adalarında yaşanmıştı, Danimarka’dan gelen bir gemiyle “kızamık salgını” faeroe adalarına yayılmış ve 7782 kişi hayatını kaybetmişti. 18.yüzyılda Avrupa’da yaygınlaşan “Lohusallık Kara Ölüm” olarak bilinen salgında doğum yapan kadınlar gün içinde hayatını kaybediyordu bu salgın Avrupa'nın yıkımı olmuştu bir asır boyunca gittikçe kötüye gidiyordu. Rönesans dönemi, bilimsel gelişmelerin olduğu bir dönemdi ama ona rağmen bazı hastanelerde doğum yaparak ölen kadınlar, toplam doğum yapan kadınların %70’ini oluşturuyordu. Doktorlar ve bilim adamları “Kara Ölüm”ün vakaların sebebi üzerine araştırma ve deney yapıyorlardı, ölen kadınların cesetlerini inceliyorlardı. Sabah otopsi yapıp öğleden sonra doğum ameliyatlarına giriyorlardı, yarım asır boyunca bu böyle devam etti ne zaman ki Doktor Oliver Wendell Holmes’un “ sabah saatlerinde otopsi yapan doktorların öğleden sonra ellerini yıkamadan ameliyatlara girdiğini fark etti” o zamandan sonra Avrupa'nın kaderi değişmişti. Medeniyetler tarihi boyunca bilimsel faaliyetlere ilgi gösteren, virüsleri kontrol altına almak için deneyler yapan toplumların; bilimden uzak, çağ dışı yollarla toplumu cehalete sürükleyen toplumlara üstün geleceği kanıtlanmıştır. Bugün karşıya karşıya kaldığımız Covid-19 salgınının ortaya çıkış nedeni tıpkı diğer salgınlar gibi büyük devletlerin küçük devletlere açtığı bir biyolojik savaştır. Savaşın kazananı da “maske” ve “eldiven” ihraç eden ve aşıyı bulup tüm dünyayı refaha kavuşturacak büyük devletlerdir.

Maske ve eldiven üzerine yazdığım yazıya dilerseniz göz atabilirsiniz. “Yürümeyi Özlediğimi Hatırlıyorum” https://medium.com/@cahilbirdusunur/y%C3%BCr%C3%BCmeyi-%C3%B6zledi%C4%9Fimi-hat%C4%B1rl%C4%B1yorum-9f04f29b9283

Cahil Bir Düşünür — Neden Felsefesi Bölümü|NFB

Yusuf Ceyhan

*Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler*| Neden Felsefesi